BİR DE BÖYLE EMPATİ YAPALIM
ÖLÜMÜNE EMPATİ
“Ölmeden önce ölünüz” (Hadis-i Şerif)
Gelin bugün yanalım, yarın yanmamak için
Ölelim ölmez iken, yarın ölmemek için.
Yunus Emre
Empati, batı kökenli bir kelime olup, “ kendisini başkasının yerine koyarak, onun duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmak” şeklinde ifade edilebilir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerini anlamak ve kişileri ona göre değerlendirmek gerçekten çok önemlidir. “Onun yerinde ben olsam acaba ne yapardım?” Diye düşünebilmek, insanın kendisini de anlamasını kolaylaştırır. Davranışlarına çeki düzen vermesini sağlar.
Bizim gibi düşünmeyen bir insanın yerine kendimizi koyabiliriz. Bir çocuğun, bir hastanın, hatta sevmediğimiz bir insanın da duygu ve düşüncelerini anlamak için empati yapabiliriz. Ama bir ölünün yerine hiç kendimizi koyduk mu acaba? İnsan sekerat anında iken, ölüm esnasında, ölümden sonra neler hissediyor, neler yaşıyor, nasıl bir süreçten geçiyor?
Bunları daha iyi anlamak ve ölmeden önce ölüme hazırlanmak için bir çok insan ölmeden önce ölümü tatmaya çalışmıştır. Zira bir Hadis-i Şerif’te de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ölmeden önce ölünüz” buyurmuşlardır. Dünyaya meyletmek ve gaflete düşmekten korkan İslâm büyükleri de, hayatta iken ölümü tatmak için bu Hadis-i Şerif’e uygun olarak davranmışlar, çeşitli şekillerde dünya ile ilişkilerini kesmeye çalışmışlardır. Yıllarca çilehanelerde çıkmayarak bir nevi ölüm halinde yaşayanlar olduğu gibi, kendilerine mezar kazarak içine girip birebir ölümü tatmak isteyenler de olmuştur. En büyük Mutasavvıflardan olan Hoca Ahmet Yesevî, 63 yaşına geldiği zaman Peygamber Efendimizin de bu yaşta vefat ettiğini düşünerek kendisine bir kabir kazdırır ve ölünceye kadar orada bir ölü gibi yaşar.
Gelin biz de bugün bir ölünün yerine kendimizi koyalım ve ölümün nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışalım. Zira “ bütün gelecekler yakındır” Yakın bir zamanda ecel bizim de kapımızı çalacak ve “vakit tamam” diyecektir. Gelecekte muhakkak başıma gelecek olan ölüm halini, şimdi gelmiş gibi düşünerek, kendi ölümümü ve sonrasını tasavvur etmeye çalıştım.
İşte bir camide sâla okunuyor. Sonunda benim ismim söylenerek “..Hakkın rahmetine kavuşmuştur, cenazesi öğle namazını müteakip defnedilecektir. Dost ve akrabalarına duyrulur.”
Morgda beni almaya gelecek olan yakınlarımı beklerken, etrafımda benim gibi cansız yatan insanları görüyorum. Şu morg denen yer de ne kadar soğuk ve sessiz bir mekan. Tıpkı çelikten bir mezar gibi. Bir an evvel buradan alınarak toprağın kucağına yatmak istiyorum. Derken dışardan ayak sesleri geliyor. Biraz sonra içinde yattığım çelik kasa çekiliyor ve cansız bedenimi buradan alıp bir tabuta yerleştiriyorlar. Namazım kılınmak üzere camiye doğru yol alıyorum.
İşte camiye geldim. Tabutumu cami avlusundaki musallaya koydular. Dostlarım öğle namazını kılmak üzere camiye girerken, ben dışarıda kalmıştım. Tabutumun tahta kapağını kaldırıp ben de camiye girmek, bir vakit daha namaz kılmak istiyordum. Biliyordum ki, sağlığımda kılmadığım ve kazaya bıraktığım çok namazlarım vardı. Biraz sonra gireceğim kabrimde ise, münker nekir melekleri bana namaza dair sorular soracaklardı. Ah Keşke biraz daha zamanım olsa da kazaya kalmış olan namazlarını eda edebilseydim. Ama artık ne kıyamda durmaya halim vardı, ne kıraat etmeye dilim dönüyordu.
Biraz sonra cemaat dışarı çıktı ve karşımda saf tutarak benim için cenaze namazı kılmaya başladı. Namazdan sonra “bu mevtayı nasıl bilirsiniz” sorusuna cemaatten kimisi içinden gelerek, kimisi de yarım ağız “ iyi biliriz” derken, bazılarının hiçbir şey demediklerini görüyorum. “Demek ki kendimi çevreme bu kadar bildirebilmişim” diyorum.
Cenaze arabası ile kısa bir yolculuk yaptıktan sonra mezarımın başına varıyorum. Soğumuş bedenimi soğuk toprağa indiriyorlar. Ben de sağlığımda bazı cenazeleri mezara indirmiş, bir çoğunun da üzerine toprak atmıştım. İşte şimdi sıra bana gelmişti. Telaşlı bir çalışma sonucu defin işlemimi tamamladılar, hoca efendi aşir okudu ve cemaat mezarlıktan ayrılmaya başladı. Amellerim ve Rabbi Rahimim ile baş başa kalmıştım. Dar, karanlık ve soğuk bir çukurda, cesedimi yemeğe gelecek olan haşaratı beklerken, Üstadımın münacaatı ile yalvarmak ve feryat etmek istedim:
"El-aman, el-aman! Ya Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li'l-Âlemîn olan Habibin, Senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve halimi Sana şekvâ ediyorum. “
Ertesi gün gazetede ölüm ilanım yayınlanmıştı. Sağlığımda benden önce vefat eden bir çok kişinin arkasından yazılar yazmıştım. Acaba benim hakkımda da bir şeyler yazacak birileri olacak mıydı?
Kim bilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder